Asgari ücret görüşmelerinin başlamasıyla birlikte gündemin ilk sırasına oturan geçim derdi emeklilerden memurlara kadar herkesin dikkatle takip ettiği bir süreç olma özelliğini taşıyor. İşçilerin aldıkları, onların da göstergesi olacak. Elbette eş zamanlı olarak ‘ne kadar iyi geçindiğimizi’ ikna etmeye çalışan yetkili açıklamaları da peşi sıra geliyor.
Öncelikle nasıl bir ücret belirlenirse belirsin, cebe girdiği anda açlık sınırının altında kalacağı gün gibi açık. Peki bu vatandaş ne yapıyor? Bir şekilde idare edildiği düşünülüyor ama aslında büyük bir batık söz konusu.
Ekonomi yönetimi bir yandan ücret iyileştirmelerini frenleyip, diğer taraftan banka kredilerini de kısıtlayarak rakam tutturma telaşına düşmüşken, iflas içerisindeki bir vatandaşın, tüm bu sürecin içinden nasıl çıkacağını, borçlarını nasıl ödeyeceğini, hatta bütçenin üçte birini oluşturan dolaylı vergileri nasıl sırtlanacağını söylemiyor.
Matematiksel olarak mümkün olmayan bu tabloda, gerçek durum araştırmalarla net bir biçimde ortaya konuluyor. Mesela Betam’ın araştırması kısa süreli çalışmanın ön plana çıktığını gösteriyor.
Bu ne demek? Verilen ücretler karşısında, çalışmanın sürdürülebilir olmadığı koşullarda, insanlar anlık ihtiyaçlarını gidebilmek için işe başvuruyor, ama sonrasında anlamsızlaştıkça işten ayrılıyor. Sadece bu fotoğraf içerisinde bile işsizliği düşürmeyi nasıl başardılar, büyük soru işareti.
Bununla birlikte yüzde 21,3’lük bir işsizlik içinde, yüzde 13’ü yok saymak, tıpkı vatandaşın nasıl geçinebileceğinin açıklamasının yapılmaması kadar dramatik ve insanları kaderlerine terk eden bir tavır.
Sadece hamasetle ‘Cumhuriyet tarihinin’ diye başlayan cümlelerle hiçbir işe yaramayan rakamları sıralıyorlar. Oysa vatandaşın yüzde 77’si Edera Piar’ın araştırmasına göre kredi kartını zorunluluktan kullanıyor.
Çünkü bu gelir kurgusu içerisinde bulduğu parayı, sonunu düşünmeden kullanıp, sonrasına da ‘kısmet’ diyerek batışa sürüklenmesi kaçınılmaz. Daha önemli bir bulgu var ki, vatandaşın yarısının kredi kartını nakit avans, yani kredi olarak kullandığını bize gösteriyor.
Bu da geliri yaşamasına yetersiz kalan vatandaşın, nasıl ödeyeceğini düşünmediği bir borçlanmada, günü kurtardığını anlatıyor. Üstelik kredi kartından nakit çekiminin çok daha yüksek faiz oranlarıyla uygulandığı da biliniyor.
Yetmiyor, borç döneminde kapatılmayıp, en az ödenmesi veya bir miktar üzeri yatırılarak, geri kalanın tekrar kredi gibi borçlandırılması da söz konusu. Neticede gözüken o ki, vatandaş işin içinden çıkamıyor.
Sonuç mu? 2002 yılında 6,4 milyar TL olan vatandaşın finans kesimine borcu 2,5 trilyon TL’yi aşmış durumda. Şimdi gelirini ve kredisini de kısıp, ekonomisini döndürmesini, üstüne de dolaylı vergilerle bütçeyi finanse etmesini hedefliyorsunuz öyle mi? Bu ancak filmlerde olur; hem de senaryosu niteliksiz filmlerde.