Erzincan İliç’te altın madeni sahasında meydana gelen toprak kayması ile birlikte yine yürekler ağzımıza geldi. Meselenin kontrolden, tartışmalı noktalarına kadar bir çok boyutu var. Önümüzdeki dönemde bunların daha fazla gündemde kalacağı kesin.
Bu konuyla ilgili başka bir boyutuna dikkat çekmek istiyorum. 9 canımızın peşine düştük. Hatta bu konuyla ilgili işin zorluğu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar tarafından şu sözlerle dile getirildi:
“10 milyon metreküplük bir toprak kitlesi var. Bunu elimizde imkan olsa ve kaldırmaya kalksak en az 400 bin kamyona ihtiyacımız var.” Olayın bir an için ihmaller silsilesinden kaynaklanmadığını düşünür ve meseleye böyle bakarsak, arama – kurtarma faaliyetleri açısından zor bir operasyon olduğunu kabul edebiliriz.
Peki ama durum öyle mi? Her seferinde sosyal medya üzerinden üzüntülerini dile getirenler konuları çabuk unuttuğu için, sanırım işin muhatapları da buna güvendiklerinden, her şey ilk kez oluyormuş gibi bir tavrı defaten izliyoruz.
301 canımızı kaybettiğimiz Soma faciasının ardından neler konuştuğumuzu hatırlasanıza… Konuştuklarımızı bir kenara koyup, yapılanlara bakalım. 10 Mart 2015 tarihli Resmi Gazete’de Maden İşyerlerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği’nde değişiklik yapıldı. Madde 2 yeraltı madenlerine atıfta bulunarak işçilerin takibini zorunlu kılıyor. Maden, yer üstü olunca sonuç değişiyor mu? Değişmemeli.
Burada çalışan işçilerin, hatta bazı kritik makinelerin de buna dahil edildiği, her birinin takip edileceği sistemler söz konusu. Bunların bulundurulması ve uygulamaya konulması zorunlu olarak anlatıldı. Hatta bir çok maden işletmesinde de bunların hayata geçirildiğini biliyoruz. Bugünün dünyasında, teknoloji elimizin altındayken bir GPRS ya da çip uygulaması ile bu konu zorunlu tutulamaz mıydı?
Şimdi tekrar işin başına dönüp soruyu soralım: milyonlarca metreküp topraktan ve 400 bin kamyona ihtiyaçtan bahsedenler, neden konunun bir arama değil de, kurtarma operasyonu olmadığını anlatabilirler mi?
Çünkü bu büyüklükteki bir maden de kapsama alınsaydı, ilgili cihazların alınmış, insanlara verilmiş olması gerekirdi. Ama bu 9 işçide yok. Yok ki, biz alanın büyüklüğünden ve arama çalışmalarının güçlüğünden söz ediyoruz.
Oysa takip cihazları ya da çipleri olsa, nerede oldukları anında bilinirdi. Neden bilinmiyor? Çünkü tabelayı düzenleyen madde, bunu ortaya koymamış. Sektör mensuplarından öğrendiğim kadarıyla 3 avro ya da dolar değerindeki maliyetten imtina mı edilir?
Bu insanlarımızın neden yeri bilinmiyor? Milyonlarca metreküp topraktan bahsedene kadar bunun yanıtının verilmesi gerekmiyor mu? Geçtim hepsini, son derece basit bir soruyu tekrar gündeme alarak ortaya koyuyorum: şayet bu işçilerimizde takip cihazı olsaydı neyi tartışacaktık?? Yeri belli olacaktı ve kurtarma operasyonuna geçecektik. Sizce buna değmez miydi? Sadece 3 dolardan söz ediyorum.