<p><strong>2001 yılında Refah Partisi içinde yenilikçi gelenekçi kavgası sonrası genç neslin temsilcileri olan Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç ve Abdüllatif Şener ayrılarak Adalet ve Kalkınma Partisini kurdular. O dönemde Bülent Ecevit’in Başbakanlık yaptığı DSP, MHP, ANAP koalisyon hükümeti görev yapıyordu. AKP kuruluşunu tamamladığı zaman(!) seçime takriben on sekiz ay kalmasına rağmen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli erken seçim çağrısı yaparak Koalisyon Hükümeti’ni dağıttı. Bir buçuk yıl erken yapılan seçim sonucunda AKP seçime kazandı. Koalisyon partilerinin tamamı baraj altında kaldı, meclise giremedi. Bu ilginç konjonktür sonucun da seçim yasasının da elvermesiyle meclis çoğunluğuna sahip oldu. Meclisteki sayısal avantaj AKP’ye çok güçlü ve uzun iktidar yolunu böylece açmış oldu.</strong></p>
<p><strong> Özellikle meclis dışın da kalan merkez sağ partilerin kadroları AKP içinde yer almaya başladı. Milli Görüşçü çekirdeğin bu şekilde takviye edilmesiyle, başta özelleştirmeler olmak üzere hemen her alanda liberal projeler hayata geçirildi. Ordu ve yargı vesayetini yıkmak adına akla gelen gelmeyen sağcı, solcu, liberal, çevreci herkesim bu Babil Kulesinde yerini aldı. Vesayet mücadelesi devletin en önemli kurumlarıyla savaşa dönüştü. Uzun yıllar telafi edilmesi mümkün olmayacak tahribatlar yaşandı. Bu süreç devam ederken parti içindeki iktidar kavgası hız kesmedi. Bu mücadelelerin sonunda önce Abdüllatif Şener yolunu ayırdı. Cumhur Başkanlığı görevi bittikten sonra Abdullah Gül’de uzaklaştırıldı. Bülent Arınç refüze edilerek pasifleştirildi. Böylece dört kurucu ile başlayan iktidar yolculuğu tek başına kalan Recep Tayyip Erdoğan tarafında sürdürülüyor. Uzaklaştırılan Abdüllatif Şener Abdullah Gül ve Bülent Arınç rahmetli Erbakan tarafından bakan yapılması dolayısıyla devlet tecrübesi edinmiş insanlardı. Ancak belediyecilikten gelen Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidar anlayışı ayrılmalarının temel sebebi oldu.2007 den itibaren her seçimle daha güçlenen Erdoğan ülkenin en önemli siyasi aktörü haline geldi. Parti içindeki gücünü tescilleyen Erdoğan belagat ve hitabeti ile büyük seçme kitlelerini de etkilemeye başladı. Bu konuda Devlet Bahçelinin bir ileri iki geri manevralarla pusulasını kaybetmiş siyaset anlayışı vatandaşımızın nezdinde üstünün çizilmesi sonucunu getirdi. Yani istediğine kavuştu(!).</strong></p>
<p><strong> </strong><strong>CHP için de ise önceleri Deniz Baykal daha sonra Kemal Kılıçdaroğlu’nun alternatif tavır ve politika geliştirememesi Recep Tayyip Erdoğan’ın gücünü zirvesine taşıdı. Bilhassa seçmeni konsolide etmek için meydanlar da kullandığı tatlı sert ve zaman zaman iğneleyici tarzı çok başarılı oldu. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’nun taklit edercesine kullandığı sert üslup kabul görmedi. Esasen yapısı itibariyle sertlik Kemal Bey’e yakışmadı. Bütün bu hamleler sonucun da ancak mazilerinin eskiliği ve AKP imajını benimsemeyen kitleler partilerini desteklemeye devam ettiler.</strong></p>
<p><strong> Bu sonuçla CHP ve MHP gibi Partileri kurumsal yapılarıyla varlıklarını devam ettirebildiler. Bu noktada kurumsal yapıyı örneklerle anlatmaya çalışacağım.</strong></p>
<p><strong> CHP’de herhangi bir Genel Başkan Değişikliği %26 civarında ki kemikleşmiş oyunu yeni Genel Başkanın performansı ve konjonktürünün uygun olmasıyla daha da yukarı çıkarır.</strong></p>
<p><strong> MHP’ye gelince Genel Başkan değişikliği tek başına oylarda patlama yapacaktır. Hele iktidar olma iddiasını seçmene anlatabilirse istediğini alması içten bile değildir.</strong></p>
<p><strong> Gelelim AKP’ye Sayın Cumhur Başkanı Recep Tayyip Erdoğan Genel Başkanlıktan yani partisinden ayrılırsa geriye ne kalır? Özetle AKP demek Recep Tayyip Erdoğan demektir. Dolayısıyla AKP’nin kurumsal kimliği yoktur.</strong></p>
<p><strong> </strong></p>
<p style="text-align:left;"> </p>