<p><strong>21 Nisan’da sözcü gazetesinde üstat Uğur Dündar çadırda yaşanan çaresizliği ve sefaleti yazdı. Bu sütunda anlatılanları tekrar edecek değilim. Ancak okuduğum satırlar içinde gönlüme ve beynime kurşun gibi işleyen yoksulluğun zulmetindeki annenin gurur ve haysiyet dolu tavrını tüm ülkemize örnek olması adına tahlil etmeye çalışacağım</strong></p>
<p><strong> Çadırda yoksullukla boğuşan bu ailenin 17 yaşındaki oğluna çöp toplama arabası için verilen 300tl’nin o asil anne tarafından sorgulanması vatanımızın tüm olumsuzluklara hatta ihanetlere rağmen ayakta kalmasının sırrı ve şifresi olarak görülmeli. Çadırda sefaletle boğuşan bu asil kadın, hayırsevere telefon açarak 300 tl’nin kendisi tarafından verildiğini doğrulatıyor. Bu kuşkunun arkasında oğlunun 300tl’yi çalma ihtimalini öğrenme isteği yatıyor, çalmadığını anlayınca huzur ve güvenle telefonu kapatıyor.</strong></p>
<p><strong> Bu ülkede yaşayan tüm insanımız bilhassa on beş yirmi yıl öncesine kadar benzer durumlarda benzer anne- baba tepkisini görmüş ve yaşamıştır. </strong></p>
<p><strong> Geleneksel terbiye anlayışımızın gereği yaş ve konuma uygun olmayan fazla paranın ceplerden çıkması halinde sonu dayakla bitebilecek yöntemlerle hesabı sorulurdu. Zira aldığı harçlık zaruri harcamaları ve bu durumda biriktirmesi mümkün olmayan para, İşte anne ve baba hırsızlık ya da kötü niyetli insanların iğrenç amaçları adına verebilecekleri düşüncesiyle kaynağını sorarlardı. Sonuçta sadaka olmayan, bir yerlerden çalınmayan, iğrenç emellere alet olmayan haysiyet ve onuru hayatın temel düsturu olarak kabul eden nesiller yetişti. Bu altın kuşaklar uzun yıllar milli haysiyet ve şeref üstüne titreyerek ülkemizi yönettiler. Ancak son on- on beş yıldır bizi biz yapan bu değerlerin yerine sadece parayı ve çıkarı ikame eden anlayış egemen olmaya başladı. Artık kimse paranın kaynağını sormadan sadece sahip olmanın hesabını yapar oldu.</strong></p>
<p><strong> İster sadakayla ister anafordan, isterse gayri meşru yollardan gelsin paranın varlığı yeterli görüldü.</strong></p>
<p><strong> Geçmişte yardım yapmanın ve sadaka vermenin görgüsü ve adabı vardı. Sağ elin verdiğini sol el görmez anlayışı ile yardımlar gizli saklı ve gururlarını incitmeden yapılırdı. Ya şimdi: Kodamanlar yardım yapmıyor reklamlarını yapıyorlar. Özellikle ayni yardımların yapıldığı alanlar gururun haysiyetin, izzeti nefsin boğazlandığı mezbahalar haline geliyor.</strong></p>
<p><strong> Yoksul anneler ellerinden tuttukları sekiz on yaşındaki çocuklarıyla sadaka kuyruklarına giriyor. Bazen birbirinin üzerine çıkarak; bazen adeta boğazlara sarılarak sadaka koparmaya çalışıyor. Ve ezilme tehlikesi geçiren küçük çocukların sadece bedenleri değil küçücük gururları da hiç iyileşmeyecek şekilde eziliyor.</strong></p>
<p><strong>Hele okulların açıldığı dönemlerde bazı holdingler öğrencilere yardım adı altında sadece reklamlarını yapıyorlar. Okul servisleri ve otobüsler le öğrenciler yardımın yapılacağı merkezlere götürülüyor, ellerine verilen firma logolarının yer aldığı poşetlerle gönderiliyorlar. Bu gurur kırıcı dağıtıma en önemli destek pedagojik formasyon alan milli eğitimin üst düzey yöneticilerinden geliyor. </strong></p>
<p><strong> </strong><strong>Böylece çocuklarımız bugün sizden; yarın İsrail’den ya da Amerika’dan gelen yardımları almakta artık beis görmeyecekler. Sadaka kültürünün bizleri getireceği yer maalesef burası olacaktır.</strong></p>
<p><strong>Bu ülke insanları eski geleneksel terbiye kodlarına yeniden dönmek zorundadır. Belki yoksul ama gururlu ve huzurlu yaşamak, çadırda sefaletle boğuşmasına rağmen asaletinden, şerefinden ödün vermeyen eli öpülesi bu kadının davranışını devam ettirmekle mümkün olacaktır.</strong></p>