Döviz, faiz, enflasyon, işsizlik ve aklınıza ne gelirse gelsin Türkiye ekonomisinde ‘sen ne istiyorsun’ diye başlayan saçma sapan bir tartışma yaşandığını uzun zamandır dile getiriyorum. Çünkü ekonomi, isteklere göre değil verilere göre yönetilir.
Bunun en güzel örneğini, Fed ve Avrupa Merkez Bankası cephesinde görüyoruz. Piyasaların ısrarla faiz düşüşü beklentisine karşılık, yetkililer her seferinde çıkıp ne diyor? “Veriler ışığında hareket edeceğiz.” Çünkü normali bu.
Peki biz ne yapıyoruz? Dövizle ilgili bir şey söylüyorsunuz ‘dövizin yükselmesinden, enflasyondan bahsediyorsunuz beklentilerden, faizden konu açılınca da isteklerden söz açılıyor.
Oysa kimin ne istediği ile ilgili değil, ekonomik tablonuzun ne gerektirdiği ile ilgili bir durum söz konusu. ‘Ben istedim olsun’ ekonomisi uygulayanların, memlekete çok acı ve ağır faturalar ödetmesine rağmen bu konuda olgunlaşmamış olması çok dramatik.
Hatta son yaşanan olaylara bakın. Madencilikle ilgili tartışmalarımız bile böyle. Bir yerde madencilik yapılıp yapılmamasını, gerekli şartların yerine getirilmesi ya da risk / fırsat dengesi üzerinden değil, isteyip istememe kriterinden konuşuyoruz.
Son olarak İstanbul Ticaret Odası Başkanı Avdagiç bunun tercümesini yaptı. Yüksek ya da düşük kur gibi bir beklentileri olmadığını, enflasyonla uyumlu, değerinde bir kurdan söz ettiklerini söyledi. Yazık ki yine kimse duymadı ya da duymazlıktan geldi.
Ekonomi yönetimi hedef enflasyon açıkladığında bunun tutacağını söylüyor. Tutması için de ekonominin kurallarından çok, sepetteki ağırlıklarla oynamaya ve baz etkilerine güveniyor. Ama gerçek enflasyondan söz ettiğini duyan var mı? Yok.
Bir ekonomideki değerlerin yüksek ya da düşük olmasını konuşabilmek için, öncelikle baz alınan kriterin, yani verinin emniyeti konusunda herkesin hemfikir olması lazım. Bizde sokağa çıktığınızda çalışanından işverenine, emeklisinden öğrencisine, esnafından çiftçisine kadar hiç kimse açıklanan verilere inanmıyor ki…
Böylesi bir ortamda neyin tartışmasını yapacağız? Nitelikli bir ekonomi değerinde özellikler taşır. Örneğin enflasyon oranı kadar değer kaybetmiş bir TL’niz vardır, bunun biraz altına çekersiniz rekabetçi olmayı hedeflersiniz. Biraz yukarıya itersiniz ithalatın önünü kesmeyi planlarsınız.
Ama 50 yaşındaki insanın 20 yaşında olduğunu iddia edip, bir de sahaya çıkıp yitirdiği refleksleriyle top oynamasını talep ederseniz, en iyi ihtimalle sakatlanmasına, en kötü ihtimalle de hayatını kaybetmesine neden olursunuz.
Türkiye ekonomisi 21. yüzyılın petrolü olarak nitelendirilen veri çağında, verilerine inanılmayan, gerçekleri hayallerindeki gibi gören, bu nedenle de her seferinde büyük faturalar ödemek zorunda olan bir resmin içinde, çözüm istiyorsa önce gerçeğiyle yüzleşecek. Yoksa daha çok ağlarız.