<p><em><strong>Türkiye’de bir numaralı sorunumuz haline gelen ekonomiyi, neredeyse konuşulmaz kılacak bir ortam yaratıldı. Ne diyordu Neyzen Tevfik, Yeis başlığıyla üzüntüsünü dile getirdiği Süleyman Nazif’e yazdığı mektubunda?</strong></em></p>
<p>“...herkes zamanın alçaklık süslerine bürünebiliyor; herkes namuslu geçinerek alçak yaşamanın kolayını buluyor; herkes bu rezalet havasında nefes alabilmek için bir kolaylığa, bir çareye, bir büyüye sahip...</p>
<p>İşte kalem namusu, basın namusu, edebiyat namusu.. O da öldü, o da çiğnendi. Gazetesinde bir jurnal sureti basamayanlar artık gazeteci sayılamıyor...”</p>
<p>Neredeyse bu seviyeye gelecek bir ortam içerisinde gerçekleri dile getirmenin, yeni jargonla ‘linç edilmek’ için bir bahane sayıldığı, bu nedenle de çoğu insanın ‘mış gibi yazıp, çizdiği, konuştuğu’ bir ortam içerisinde sorunu gösterip, çözüme ulaşmanın çaresi aranıyor.</p>
<p>İnsanların büyük bir geçim sıkıntısı içinde yaşadığını, alım güçlerinin her geçen gün eridiğini, banka, piyasa ve dost arası borçlanmalarında açmazlar yaşadığını, alacağını alamayanın da yeni bir borçlu olarak öne çıktığını söylerim; dermişim ama elbette böyle bir durum yok. Bunlar bir takım kötü niyetli kişilerin uydurmaları...</p>
<p>Döviz borçlusu şirketlerin, başta doların yükselmesi, avro ile paritesinin daralması nedeniyle ikinci bir sorun yaşaması, bu nedenle hem borçlarını döndürmek, hem de üretim yapmak için büyük problemlerle karşılaşmasını söylemek lazım; dermişim ama elbette böyle bir durum yok. Doların değer kazanması değil, TL’nin değer kaybetmesi İngiltere’deki üç finansçının ve dış güçlerin oyunu.</p>
<p>Tarımda net ithalatçı olduğumuzu, bunda yıllarca çiftçiyi üretemez hale getirip, çareyi de ithalatta aradığımızı, bunun da yarattığı kısır döngü içerisinde işin içinden çıkamadığımızı, tarıma verilen destekten daha fazla mazottan ÖTV tahsilatı yapıldığını söylerim; dermişim ama elbette böyle bir durum yok. Artan fiyatlar, ürünlerin ithalata dayanması hep stokçuların, fırsatçıların işi. Zaten enflasyon da onlar yüzünden dayanılmaz bir hal aldı.</p>
<p>Çok büyük bir işsizlik sorunu yaşanıyor. Bunda üretimsizleşen bir ülkenin, üretiyormuş gibi yapmasının, üreticiyi temsil edenlerin birçoğunun da ‘gereksizse üretme’ diyen yetkililere itiraz edememesinin büyük etkisi var; dermişim ama elbette böyle bir sorun yok. Bunlar hep Türkiye’yi kıskananların uydurmaları...</p>
<p>Elde ne var ne yok satıp, sonra bunları IMF’ye ödeme yapmak ve üzerinde üretimsizleşme olduğu için ekonomi yaratamayan yollara yatırmak, kirasını ödeyemeyen insanlara lüks konut yapacaklara kredi sağlamak için kullanmak büyük hataydı; dermişim ama elbette böyle bir durum yok. Bunlar da kamunun mutlaka ekonomide bir ağırlığı olması gerektiğini söyleyen geri kafalıların söylemleri....</p>
<p>Pandemi sürecinde tüm dünya firmalarını ve yurttaşlarını ayakta tutmak için karşılıksız destek dağıtıyor; bu yolla da işler rayına girdiğinde ayakta kalacak bir üretim ve tüketim gücü amaçlıyor; bizse zaten borca batmış işletmelere ve bireylere kredi vaat etmekten başka bir iş yapmadık; dermişim ama elbette böyle bir şey yok. Görmüyor musunuz, içe dağıtamadığımız maskeleri dünyaya hibe olarak yolluyoruz. Bu nasıl bir güçtür anlıyor musunuz? Tıpkı kendi insanının açlığını, işsizliğini umursamazken, Suriyeli’ye bedava iş, aş, sağlık vermek gibi. Bu büyük ülke olmanın bir gereği, anlamayanlar konuşuyor.</p>
<p>Örnekleri uzatabilirim; ama gerek yok. Resmi rakamları bile doğru okuduğunuzda rahatlıkla her şeyin gözler önüne serildiği, borçlu, yönetilemeyen bir ekonomi gerçeğiyle karşı karşıyayız ve bir yol haritası olduğu da şüpheli; dermişim ama elbette böyle bir şey de yok. Niye çünkü kızıyorlar. Kızdırmayalım kimseyi...</p>