<p>TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski, yaşanan sürecin ekonomik ayağına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Söylemleri içerisinde katıldığım çok başlık var. Başta mücbir sebepler için sektör ayrımı yapılmamasından vatandaşa yönelik ekonomik desteklerin hayata geçmesine kadar birçok hususta hemfikirim.</p>
<p>Lakin IMF ile ilgili söylemlerine katılmıyorum. Şu bir gerçek ki, Türkiye’nin dış borç ödemekle ilgili problemler yaşayacağı, içte ve dışta firmaların da, kamunun da nakit sorunuyla karşı karşıya kalınacağı aşikâr.</p>
<p>Fakat çözümü dünyanın en ucuz parasını verse de IMF’de aramanın son derece hatalı olacağını düşünüyorum. Bu süreçten de önce dile getirdiğim gibi 15 – 20 milyar dolarlık standby anlaşmaları nedeniyle çektiğimiz sıkıntıları biliyoruz.</p>
<p>Bugün 150 ile 200 milyar dolar arasında bir taleple ortaya çıktığımızda, parayı almak zaten mümkün olmayacak; aksine her zamankinden daha ağır koşullarda siyasi talepler karşımıza getirilecektir.</p>
<p>Bu siyasi talepleri sadece, dış ya da iç siyasete yönelik tavizler olarak algılayıp, olayı büyütmeye gerek yok. Daha güncele yönelik, mesela sağlık sistemiyle ya da kredilendirmeyle ilgili talepleri dahi bu çerçevede düşünmek gerekir.</p>
<p>Bunda IMF’ye kızmaya gerek var mı? Bence yok... Bankadan kredi alırken, kredi koşullarına yönelik ne kadar talepkâr olabiliyorsanız, bu durumda da farklı bir fotoğrafın oluşması güç. Banka sizin geçinip geçinemediğinize değil; aldığınız parayı geri ödeyip ödeyemeyeceğinize konsantre olur.</p>
<p>Ayrıca çekincem tam da burada başlıyor. İstenen rakamlar, Türkiye’nin yanlış ekonomi politikalarının çıktısı olarak çok yüksek. Neredeyse Türkiye ekonomisinin toplam büyüklüğünün en az dörtte birine karşılık geliyor.</p>
<p>Böylesine yüksek bir rakam için masaya oturduğunuzda, sonuçları da ağır olacaktır. Şu an Türkiye ekonomisinin dönüşümle ilgili öncelikleri var. Bu dönüşümün henüz idrak edilemese de, olur da iktidar konuyu anlarsa bile, böyle bir taahhüt karşısında gerçekleştirilebilmesi mümkün değil.</p>
<p>Bunun yerine Türkiye’nin önceliklerini belirlemesi, gereksiz ve önceliği olmayan yatırımlarından vazgeçmesi, maliyetsiz envanter ve strateji gibi derslerini iyi çalışması, alacaklılarıyla pazarlığa oturması, böylesi bir konjonktürde çok daha kolay gözüküyor.</p>
<p>Elbette burada asıl dönüşümün bakış açısında olması gerekir. TÜSİAD Başkanı’nın katılmadığım görüşlerinden biri de bu. Diyor ki Başkan Koslowski, böyle bir sistemin dışında kalırsak piyasa algısı aleyhimize dönebilir.</p>
<p>Zaten temel sorunumuz burada... Finans piyasalarını finansman olmaktan çıkarıp ,ekonominin kendisi zanneden bir yapı ve reel sektörü de inşaattan ibaret algılayan bir iktidar gerçeği önümüzdeki en büyük sorunu oluşturuyor.</p>
<p>Her ikisinin de olumsuz sonuçlarını gördük. Bugün Türkiye finansman kavramını unutup, finans gerçeğini ekonomi zannettiği için borç batağındadır. Bu tablodan da mevcut iktidar bire bir sorumludur. İnşaata yönelik yaklaşım ise, diğer sektörleri yok sayarak dış borç alıp kaynakları toprağa gömen bir israf fotoğrafını önümüze koymuştur.</p>
<p>İç ve dış toplam 600 milyar dolara ulaşan borçtan, sektörler dış borç ortalaması yüzde 30’lardayken yüzde 70 ile önümüze gelen inşaat sektöründen ders almayacaksak, kiminle masaya oturup oturmadığınızın da bir kıymeti yok. Sizi kafese alırlar. ‘IMF gündemimizde yok.” Söylem bu ama gereğini yapmıyorsanız, devamı sadece hamasettir. Bakış açısı değişmezse, oturursunuz; büyük konuşmayın.</p>
<p>Finansı yok mu sayacağız? Finansmanı olmayan hiçbir projenin hayata geçme şansı yoktur. Bu nedenle finansmanın önemini anlayıp, fakat gerçek ekonominin finans değil, finansın bir enstrüman olduğunu kavramamız gerekiyor.</p>
<p>İnşaatı yok mu sayacağız? Elbette hayır. Onun da kalkınan bir ekonominin vagonlarından biri olduğunu bileceğiz. Ama vagonsuz lokomotif olarak düşünmekten vazgeçeceğiz. Yani roller yeniden belirlenecek ve herkes aslî çizgisine dönecek. Aksi takdirde üretim ve teknoloji temelli büyük dönüşümü de ıskalarız ve onun bedeli bugünkünden daha ağır olur.</p>