<p>Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya, süresinin bitmesine dokuz ay kalmasına rağmen görevinden alındı. Merkez Bankası’nın başına şartlar ve yasalar zorlanarak getirilen Çetinkaya yine uygun olamayan, zorlama yöntemlerle görevden azledildi. 12 Eylül 1980 tarihinde yapılan darbenin çok özel şartları içinde yapılan değişikliği saymazsak, banka tarihinde görevden alınan tek başkan Murat Çetinkaya oldu. Bu istisnai durum AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın çok özel yapısı ve devlet yönetme metodunun farklı oluşundan kaynaklanmaktadır(!)</p>
<p> Esasen Sayın Cumhurbaşkanı, gerek Durmuş Yılmaz arkasından Erdem Başçı ve son olarak Murat Çetinkaya ile faiz oranları temelinde, kamuoyu önünde sürekli tartışmaktan çekinmedi. Dini referans aldığını söyleyen bu siyasi yapının ortaya koyduğu sert tepki, faiz karşıtlığı şeklinde takdim edilerek seçmene mesaj gibi görülse de, meselenin farklı bir seyir izlediği zamanlamadan anlaşılmaktadır.</p>
<p>Durmuş Yılmaz’la yapılan tartışma, faiz oranlarının düşürülmesi isteğinin yerine gelmemesine tepki şeklinde ortaya konuldu. Sayın Cumhurbaşkanı ekonomideki kötü gidişi faizlerin yüksekliğiyle izah ederek, sürekli bir taşla iki kuş vurdu. Bu tür polemiklerle kendi hatalarını gözlerden saklayabildi. Faizleri indirmeyen başkanları toplum nazarında, söz dinlemeyen, dik kafalı suçlular olarak eleştirilerin merkezine oturttu.</p>
<p>Bankalar enflasyonu kontrol ederek ve fiyat istikrarını sağlayarak güven ortamını gerçekleştirmeyi öncelikli görev kabul eder. Piyasalarda oluşan güven ve istikrar, yatırıma dolayısıyla istihdama hizmet eder. Ancak ekonominin genel gidişatı içinde faiz tek başına belirleyici rol oynayamaz. Ekonomiyi belirleyen birçok parametrenin ahenkli çalışmasıyla sağlıklı bir yapı oluşur.</p>
<p> Makroekonomiyi iyi bilen Durmuş Yılmaz; görev süresince siyasilere mesafesini ciddi anlamda korudu. Daha sonra gelen Erdem Başçı yine aynı çerçevede yetkilerini kullanmaya çalıştı. Ancak dünya piyasalarında döviz bolluğu yerini daralmaya bıraktı. Geçmişte düşük faizlerle temin edilen kredilerin yerine, zorlukla ve yüksek faizlerle borçlanma süreci başladı.</p>
<p>Bu dönem yağma ve talan mantığı ile arsa rantlarıyla hesapsız kitapsız pıtırak gibi çoğalan AVM ve konut inşaatlarıyla hatırlanacak. Bu furyanın sonunda müteahhitlerin elinde iki buçuk milyona yakın konut stoku oluştu. Belli bir doyuma ulaşan piyasanın yanı sıra arttan maliyetler mesken satışlarını bitme noktasına getirdi. Dolayısıyla hemen birçok büyük inşaat firması iflasın eşiğine geldi.</p>
<p>Gerçi kevgire döndürülen sınırlarımızdan, elini kolunu sallayarak gelen altı milyon civarındaki sığınmacıyı, güya insanı saiklerle bağrımıza bastığımızı ilan ettik. Gerçekte ise krizdeki inşaat sektörünü bu badireden kurtaracak müşteri olduklarını keşfettik. Bu uğurda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını sudan ucuz hale getirerek iki yüz elli bin dolara sabitledik.... Ancak yabancılara yapılan satışlar bu sektöre 2 yıllık bir zaman kazandırsa da kronik hale gelen sıkıntıları çözemedi (!)</p>
<p>Bu problemin kati çözümü; vatandaşlarımızı müşteri haline getirmekle mümkün olacağına göre, faiz lobisi söylemleriyle baskı altına alınan Merkez Bankası Başkanlarından faiz oranlarını sürekli aşağı çekmeleri istendi. Şayet bu istek gerçekleşirse, başta konut kredisi faizleri düşecek, müteahhitler ellerindeki stoku eriterek eski ihtişamlı günlerine tekrar kavuşacaklar. Aksi halde Merkez Bankası Başkanları, iktidarın ve hususen Sayın Cumhurbaşkanının kum torbası olmaktan kurtulamaz</p>
<p> Zamanlama açısından değerlendirdiğimizde; inşaat sektöründeki sıkıntı ve şikâyetlerin arttığı evreler; gerek Erdem Başçı gerekse Murat Çetinkaya’nın faiz tartışmalarıyla, kamuoyu önünde istiskal edilip küçük düşürüldüğü pozisyonlar olarak hatırlanacak.</p>
<p>Burada ilginç olan zamanlamanın yanı sıra tek adam olması hasebiyle, tüm yetkileri kendisinde toplayan (!) Sayın Cumhurbaşkanı; yayınlayacağı Kanun Hükmünde Kararname ile faizleri neden düşürmez? Her konuda mutlak otoritesini kabul ettiren Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bu tasarruftan niçin imtina ettiğini anlamak gerçekten zor...</p>
<p>Gelelim; Merkez Bankası Başkanlığı’na yeni atanan Murat Uysal’daki mangal gibi yüreğe… Kendisinden önceki başkanların toplum önünde nasıl aşağılandığını görmesine rağmen, bu koltuğa oturma arzusu bazı sorular sormamızı kaçınılmaz hale getirdi.</p>
<p>A-) Özgüveni çok mu yüksek? Kimsenin bilmediği ve aklına gelmeyen(!) metotlarla faizi düşürecek, ama hiçbir olumsuzluk yaşatmayacak yöntemler mi keşfetti?</p>
<p>B-) Doktora tezi ile ilgili intihal iddialarının gölgesinde(!) bu işi kabul etmek zorunda mı kaldı?</p>
<p>C-) Siyasilerin isteğini yerine getirdiğinde, ortaya çıkacak ekonomik çöküntünün bütün suçunu kendisi ne yükleyecek olmalarını bilmesine rağmen, ilk seçimde siyaseten terfi sözü mü verildi?</p>
<p> Bütün bu ihtimaller söz konusu olsa da Sayın Cumhurbaşkanı’nın Murat Çetinkaya’ya yönelik değerlendirmesi oldukça çarpıcı: “ Hatayı bürokrat yapıyor, bedeli siyasiler ödüyor” Peki siyasilerin hatasını kimler ödüyor?...</p>